30.01.2011

Öyle olmuyor, böyle de olmuyor

N’olur sen de fazla üzülme
Hep kendi kendine yenilme

Bu konuda uzun uzun yazacaktım ama vazgeçtim, fazla söze gerek yok. Birileri ayrılıkla, yalnızlıkla, düşmekle ilgili bir şeyler yazacaksa, şu şekilde olsun: sade, naif, içten ve gerçekçi.

Ben de döndüm tekrar sana
Sönmek için yana yana

“Düştüysek kalkarız daha ölmedik ya, büyük yeminlerden vazgeçip dönmedik ya” gibi gereksiz derecede iddialı, klişe ve umursamaz sözler yazıldıkça, söyleyen Yonca Lodi gibi sevdiğim bir yorumcu olsa bile dinlemekten kaçınacağım.

Güllere de aşk olsun gene sen kokacaksan
Fallara da aşk olsun gene sen çıkacaksan

Bu konuyu Ayça’yla da konuştuk aslında, bu şarkıyı neden bu kadar çok sevmediğimi, hatta alenen uyuz olduğumu ve nefret ettiğimi, o da bu kadar güçlü hislerle olmasa da katıldı bana; gerçekten yapay sözleri olan, içi boş bir şarkıdan başka bir şey değil.

Sana inandım koştum geldim
Dünde ne vardı unuttum geldim

Bu kadar. 2 - 3 mısra yeterli, şaşalı kelimelere, iddialı sözlere gerek yok. Bu kadar.

Uzaklara dalıp gitme
Gözlerin de dolmasın
Kimse böyle yalnız olmasın

28.01.2011

Beklenti

Aleni bir şekilde konuyu Aydın’ın en son blog yazısından (Gazoz) alıyorum ama, hayvanlara ve özellikle kedi ve köpeklere karşı sevgim gerçekten inanılmaz boyutlara ulaştı. Elbette en başta bu sevgi şirin görüntülerine, sizle oyun oynamalarına veya sizi karşılıksız sevmelerine karşı olsa da, onları daha iyi tanıdıkça sevmenin dışında hayrete düşüyor hatta inanamıyorsunuz.

Belki de benim en çok dikkatimi çeken, hiç bitmeyen merakları ve bu merakın getirdiği sonsuz heyecan ve bir şeyler keşfetmenin mutluluğu. Bu beni çok etkiliyor çünkü artık hiçbirimiz herhangi bir şey için bu heyecanın veya merakın üçte birini bile duymuyoruz. Yaptığımız çoğu şeyi yapmamız gerektiği, veya yapılması beklendiği için yapıyoruz. Gerçekten içimizden gelerek, bitmeyeni geçtim orta vade süren bir heyecanla yaptığımız bir şey bile varsa çok şanslıyız, ama o bile çoğumuzda yok. Bu aralar konuştuğum birden fazla arkadaşım hayatta neyi yapmayı sevdiklerini arıyorlarmış, belki de bu yüzden bu dikkatimi çekti.

Bir de yine hayvanların insanlara duyduğu karşılıksız güven ve hatta teslimiyet duygusu beni çok etkiliyor. Birçok eğitimde güven aktiviteleri çerçevesinde gözlerim kapalı yürümem, koşmam, şekil almam veya kendimi bırakmam gerekebiliyor ve bugüne kadar bunu bir kere bile yapamadım, ya bir şekilde görecek bir boşluk bırakıyorum, ya da direkt tırsıp fazla bir şey yapmıyorum. Hayvanların bize karşı duydukları tam güven hissi, yani bizden fiziksel veya ruhsal herhangi bir zarar görmeyeceklerine 100% emin olmaları, bence imrenilesi bir duygu.

Neyse çok uzatmadan, bunları düşünmemi sağlayan filme -Hachiko: A Dog's Story- bir bakalım:


Önceden uyarayım, çok duygusal hatta biraz da depresif bir hikaye, neşeli bir hayvan filmi kesinlikle değil.
Ancak bağlanmayı, sadakati, sevgiyi, hayatı ve ölümü, bir köpeğin gözünden ama aynı bir insanın hissinden anlatıyor. Hikaye de gerçek bir olaydan esinlenerek yazıldığı için daha da etkileyici olmuş film.

Elbette bu hislerimin güçlenmesinde, artık her gün evimizde olan ve kalıcı misafirliğe yaklaşan, apartmanın kedisi Duman’ın da etkisi büyük.

Andy Wilson: Hey. You know we love you, Hachi. We want you to stay here with us. If you have to go... that's okay too. Good-bye, Hachi.

8.01.2011

Her halinden apaçi belli o da...

Apaçilik bir yaşam tarzıdır. Derin bir felsefedir; anlaması zor, yaşaması daha da zordur. Kimse sonradan apaçi olamaz; içten gelir, doğuştan vardır. Emek ister, yürek ister, cesaret ister…

Kıvrak motiflerle bezenmiş göz alıcı ve kışkırtıcı bir dansı vardır; her isteyen yapamaz. Seneler süren antrenman, egzersiz ve çalışmalardan sonra ancak amatör olarak yapılabilir, ustalaşmak neredeyse imkansızdır.

Aşağıdaki videoda senelerin emeğiyle ustalık seviyesine erişmiş üstün apaçileri izleyebilirsiniz:

Timsah.com
Gıpta ettim, hatta imrendim, hatta kıskandım. Saygıyla önlerinde eğiliyorum.

Unutmayın: apaçi huzurdur, apaçi ilhamdır, apaçi candır..!

6.01.2011

Narnia Günlükleri

1898 doğumlu Clive Staples Lewis’in eseri olan ve sonuncusu 1956’da yayımlanan, yedi kitaptan oluşan Narnia Günlükleri serisi, kitaplarından çok filmleriyle olsa da beğeni kazanmış ve çağdaş fantezi türünü hem çocuklara hem de büyüklere başarılı bir şekilde yaşatmış bir eser. Bu serinin kitapları ise sırasıyla şu şekilde: The Magician’s Nephew, The Lion, the Witch and the Wardrobe, The Horse and His Boy, Prince Caspian, The Voyage of the Dawn Treader, The Silver Chair ve The Last Battle. Filmi çekilenler ise 2., 4. ve 5. kitaplar. Filmlerin fragmanlarını aşağıda bulabilirsiniz:




Birkaç gün önce 3. filmi de seyredip seriyi -en azından şimdilik- bitirdikten sonra şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki fantezi sürünü seven herkes bu filmleri izlemeli; hem oyunculuk, hem senaryonun ekrana yansıtılması, hem de görsel efekt konusunda 3 film de çok başarılı. Türk izleyicileri için enteresan birkaç detay da var; örneğin serideki iyi tarafın en güçlü varlığı olan, Liam Neeson’ın seslendirdiği aslanın ismi de Aslan; anlamsız bir detay gibi gözükse de aslında izlerken insanın hoşuna gidiyor. Ayrıca ilk filmde kendisine istediğini yiyebilme dileği sunulan çocuğun “Turkish delight” (lokum) şeklinde cevap vermesi de ayrı bir güzellik.

Elbette bir Yüzüklerin Efendisi üçlemesi olmasa da, biraz daha hafif ve esprili, ama alabildiğine fantastik bu 3 güzel filmi izlemenizi şiddetle tavsiye ediyorum.

“When Aslan bares his teeth, winter meets its death” - Peter Pevensie