10.02.2011

Terabithia habbesi... le le le...

Bridge to Terabithia, yani Terabithia köprüsü adlı filmi izlemeyenler bu yazıyı okumasın, veya okuyacaklarsa da bilsinler ki spoiler olacak, uyarmadı demeyin.

Filmin fragmanı budur:


Film yapımcılarına 2 çift lafım var: what the hell were you thinking (anlasınlar diye İngilizce yazıyorum). Yani o kadar enteresan ki, Narnia veya Harry Potter serileri gibi eğlenceli ve fantastik ama nihai olarak çocuklara yönelik macera filmi olarak tanıtılan bu film de, doğal olarak insanda izlerken de o beklentiyi bırakıyor.

Zaten filmin son yarım saatine kadar mutlu mesut izleyip, hayatın ne kadar güzel olduğunu veya en azından olabileceğini düşünüyorsunuz. Sonra… sonra işte o yarım saat geliyor.

Gerçekten… ne düşünüyordunuz? Tamam kabul, bir çocuk filminde birileri ölebilir. Bu ölen başrollerden de olabilir, o da tamam. Hatta bu ölen, filmin baş kahramanının aşık olduğu kız bile olabilir, hadi ona da tamam dedim. İyi de, filmdeki çocuk, aşık olduğu kızla zaman geçirmek yerine çocuk aklıyla beğendiği öğretmeniyle geziye gider, ve döndüğünde sevdiği kızın öldüğünü öğrenirse, filmin son bölümleri cenaze, ölüm derken Terabithia’dan çıkıp depresif diyarlara yolculuk ederse, ve çocuk da kızın yanında olamayıp bir nevi ölümünden dolayı hayatı boyunca suçluluk duyarsa, bu nasıl çocuk filmidir? Ben izlerken sonunda o kadar düğüm olmuştu ki boğazım ağlayamamıştım bile, uzun süre de toparlanamadım filmden sonra, deli misiniz be yapımcılar..!

Neyse… gerçekten dayanabilecekseniz izleyin, yoksa boş verin gitsin, üzmeyin kendinizi.

6.02.2011

Kara.. Kara.. Kara..

Türk sanat müziğini babamın yakın hayranlığından dolayı ortalamanın üstünde bildiğimi söyleyebilirim, genel olarak biraz yavaş ve depresif bulsam da çok sevdiğim hem yavaş hem hareketli birçok şarkı var.

Geçenlerde alaturka müzik çalan bir radyoda rastladığım bir şarkı ise, ilk kez duyduğum ve dinlediğim için dikkatimi çekti, çok da hoşuma gitti, paylaşayım istedim:


Emel Sayın’ın yorumunun dışında gençliğinde ne kadar güzel olduğunu gördüğümüz bu videoda şarkının tamamı yok ama zaten ana fikri, daha doğrusu bence en can alıcı kısmı, nakarat kısmı. Özellikle melodinin bir anda yavaşlayıp, sonra yeniden hızlanması güzel işlenmiş. Aynı şarkının bir başka güzel yorumunu İnci Çayırlı’dan, bir başka vasat yorumunu da Göksel’den dinleyebilirsiniz.

3.02.2011

O gün bugün şu gün...

Bugün kimsenin resmine dokunmadım; bir hoş da değilim, pişman da. Ayrıca o gün bugün de değil. Ama artık kısa cümleler değilse de daha küçük hayaller kuruyorsam, sebebi bugün. Tatillerim daha keyifsiz geçiyorsa, boş vakitlerimde canım sıkılıyorsa, düşünmekten kaçıyorsam, hafta sonu gelsin istemiyorsam, sebebi bugün. Daha olgunsam, yani daha az gülüyor, daha çok susuyor ve bunun hayatın gerçeği olduğunu kabul ediyorsam, sebebi bugün. Bir sürü dünüm rezil, bir sürü yarınım da heba olduysa, sebebi bugün. Bir şeylere inancım azaldıysa, hatta kendime inancım azaldıysa… evet… bugün.

Tarihte hiçbir önemi yok belki de bugünün. Zaten tarihi bir önemi de yok, benim doğduğum yıl ve sonrasından itibaren önem kazandı bugün, o da ben ve birkaç başka kişi için. Aslında benim için de artık önemli olmamalı ama… neyse.

İşin komiği, hiçbir şey de yaşanmadı bugün. Öncesinde bile neredeyse hiçbir şey yaşanmadı. Sanırım asıl sebep de o, yaşanmadığı için sebebi bugün.

Çok histerik olmaya gerek yok; çok sevdiğim bir gün olması gerekirken, hiç sevmediğim bir gün bugün. Bugün bile sevsem de bugünü sevmiyorum. Şımarık bir çocuk gibi de inatla sevmemeye devam edeceğim, en azından bir süre daha, bugünü.

"That day, what a marvelous mess, but noone thinks so..."