25.03.2011

kalbim duruyor zamanı var

Özgün müzik konusunda kafamda soru işaretleri var; bir yandan bu müziği yapan yorumcuları, yorumlarını ve kendilerine has şarkılarını beğenirken, bir yandan da şarkılardaki siyasi öğeler ve bazı yorumcuların abartı yorumları yüzünden bu türden soğuya da biliyorum.

Gelgelelim, adını ilk kez duyduğum Düşbaz adlı grubun Bahar adlı şarkısını, ciddi olarak çok beğendim. Ezgi, düzenleme ve sözlerin hepsi birbirinden güzel, herhangi birinde bir hata veya eksik bulamıyorum. Klip içinse negatif bir yorum yapmaya gerek yok, belli ki düşük bütçeyle çekilmiş mütevazi bir klip, elbette animasyon anlamında günümüz standartlarında değil ama yine de iyi niyetli eforu görmezden gelemem, daha güzel kliplere inşallah.

Şarkının kendisi budur:


Şarkıyı birkaç kez dinledikten sonra bile sıkılmadan bir kez daha dinlemek istiyorum, o kadar beğendim yani şarkıyı. Garip bir naif hava var şarkıda, onu da güzel yansıtmışlar dinleyiciye. Anlatmak istediklerini yalın bir şekilde anlatmışlar, ve sonuçta başarılı bir çalışma ortaya çıkmış.

9.03.2011

Vampir Günlükleri

Hikayeleri, efsaneleri, doğa üstü güçleri ve imrenilecek lanetleri olan sonsuz yaşamları ile vampirler, her türlü sanat dalında yüzlerce kez yer almıştır. Bunlardan son zamanlarda elbette en popüler olanı Twilight Saga filmleri olsa da, vampirlerin daha güzel örnekler mevcut.

Örneğin Interview with the Vampire ve Bram Stoker’s Dracula vampirlerle ilgili çekilmiş çok iyi filmlerdi; tarihsel vampir mitlerine uygunlukları ve de vampirleri gerçekten hak ettikleri karizma ve gizemle işlemeleri bunun en büyük sebeplerinden biri, elbette 2 filmde de çok usta oyuncular olması bunların hepsini perçinledi. Ancak bu 2 örnek dışında, bence vampir konusunu güzel işleyen dizi veya film mevcut değil. Twilight serisi sığ bir aşk hikayesi olmaktan öteye gidemiyor, üstelik güneşte parlayan vampirler gibi saçma bir olgu getiriyor. Blade serisi iyi başlamış olmasına rağmen serinin devamının kalitesini yitirmesi serinin genel imajını da düşürdü. True Blood dizisi ise, kendini olduğundan daha derin, manalı ve felsefi göstermeye çalıştığı için, üstüne iki beden büyük bir gömlek giydirilmiş ortalama bir diziden öteye gidemiyor. Buffy the Vampire Slayer ve Angel dizilerinin çok seveni olsa da, bence onlar da ortalamanın üzerine çıkmakta zorlanıyorlar.

The CW TV’nin bir kitap serisinden yola çıkarak çektiği The Vampire Diaries, benim bu saydığım örnekler içinde en beğendiğim yapımlardan biri oldu. Diziyi tanımlamak gerekirse True Blood, Supernatural ve The O.C.’nin karışımı diyebiliriz, yani dizi çok orijinal değil. Ancak yine de bu harmanı çok usturuplu ve sürükleyici şekilde işlediği için dizi kendini izlettiriyor. Bunun birkaç basit sebebi var; öncelikle, dizi klasik vampir hikayelerine sağdık kalıyor, yani güneşte parlayan vampirler yok. Ayrıca dizi olduğundan fazlasını yapmaya çalışmıyor, gereksiz toplumsal mesajlar, aşırı derin olmaya çalışan karakterler yok. Elbette bir aşk hikayesi var, ancak o hikaye de güzel işlenmiş ve işler yüzyıllar öncesinden gelen detaylarla çok güzel karışıyor.

Dizinin bir önemli artısı da oyuncu kadrosu, genel olarak Ian Somerhalder dışında tanınan ve deneyimli oyuncular yok, en azından başrollerde. Başroldeki oyuncuların genç ama iyi oyuncular olması, ve yaş olarak da rollerine uyması önemli bir artı. Elbette yeni bir dizi olduğu için de özel efektler gayet başarılı kullanılmış.

Aslında bu yazdıklarımı okuduğumda, diziyi izlememiş birinin izlemek için bir sebep bulamayacağını görüyorum, çünkü dizi konu ve işleniş olarak ‘yeni’ değil. Dizinin asıl güzelliği, bilinen ve çok işlenen, ama kullanım kalitesi yapımdan yapıma değişen bir konuyu, çok kaliteli ve merak uyandırıcı şekilde işlemiş olması.

Diziye bir şans vermenizi öneririm, daha ilk bölümden kalitesini belli edecek ve kendisini izlettirecektir.


6.03.2011

Black Swan

Filmin bittiği anda bu yazıyı yazıyor olsaydım, genelde tek kelimeden oluşan cümleler kurardım: harika, mükemmel, olağanüstü, şaheser, inanılmaz, büyüleyici… Filmi izledikten birkaç saat sonra bu yazıyı yazarken de aslında aynı düşünceleri paylaşıyorum.

Bu senenin önemli filmlerden The Fighter, The Social Network, Inception ve Black Swan’ı izledim. The King’s Speech’i henüz izlemedim, izler miyim ona da emin değilim ama şuna eminim ki, sadece bu sene için değil, son yıllarda izlediğim en muhteşem film kesinlikle Black Swan.

Çok fazla yazmaya gerek yok, Natalie Portman insan üstü bir oyunculuk sergilemiş, aldığı Oscar ödülünü de sonuna kadar hak etmiş. Zaten filmin kadrosu onun dışında da çok sağlam: Winona Ryder, Vincent Cassel, Mila Kunis ve Barbara Hershey. Ancak bu isimler bile Portman’ın fantastik performansını desteklemekten öteye gidemiyor; Portman cidden akıl almaz derecede iyi oynamış. Filmi daha da büyüleyici hale getiren ise, filmin psikolojik gerilim şeklinde gelişmesi ve sonuna kadar da bu gerilimin artarak devam etmesi; böylece yalnızca bir balerinin azminin hikayesini değil, emeklerinin ruhuna yaşattığı travmaları da izlemiş oluyoruz. Filmin fragmanı aşağıda:


Bazı olaylardan etkilendikten sonra sarsılırız, silkeleniriz, titreriz, tüylerimiz diken diken olur. Bu film ise, tabiri caizse, ruhumu duvardan duvara vurup yere fırlattı ve öylece ortada bıraktı; silkinip kendime gelmem gerçekten de vaktimi aldı. Mecazi olarak değil, fiziksel olarak ağzım açıkta kaldı.

Uzun lafın kısası, ne olursa olsun izlenmeli.