29.03.2010

The Day is Done

The day is done, and the darkness
Falls from the wings of Night,
As a feather is wafted downward
From an eagle in his flight.

I see the lights of the village
Gleam through the rain and the mist,
And a feeling of sadness comes o'er me
That my soul cannot resist:

A feeling of sadness and longing,
That is not akin to pain,
And resembles sorrow only
As the mist resembles the rain.

Come, read to me some poem,
Some simple and heartfelt lay,
That shall soothe this restless feeling,
And banish the thoughts of day.

Not from the grand old masters,
Not from the bards sublime,
Whose distant footsteps echo
Through the corridors of Time,

For, like strains of martial music,
Their mighty thoughts suggest
Life's endless toil and endeavor;
And tonight I long for rest.

Read from some humbler poet,
Whose songs gushed from his heart,
As showers from the clouds of summer,
Or tears from the eyelids start;

Who, through long days of labor,
And nights devoid of ease,
Still heard in his soul the music
Of wonderful melodies.

Such songs have a power to quiet
The restless pulse of care,
And comes like the benediction
That follows after prayer.

Then read from the treasured volume
The poem of thy choice,
And lend to the rhyme of the poet
The beauty of thy voice.

And the night shall be filled with music,
And the cares, that infest the day,
Shall fold their tents, like the Arabs,
And as silently steal away.

Henry Wadsworth Longfellow

***

"Acıya benzemeyen
Bir üzüntü ve özlem hissi,
Sisin yağmuru andırdığı gibi
Andırıyor kederi."

Bu muğlak halet-i ruhiyeyi anlatan daha güzel mısralar yazılmamıştır sanırım...

22.03.2010

The Prisoner

"A man, known as Six, finds himself inexplicably trapped in The Village with no memory of how he arrived. As he explores his environment, he discovers that his fellow inhabitants are identified by number instead of name, have no memory of any prior existence, and are under constant surveillance. Not knowing whom to trust, Six is driven by the need to discover the truth behind The Village, the reason for his being there, and most importantly - how he can escape."


Yurtdışında aslında çok popüler olan kısa dizi kavramı Türkiye'de henüz aynı algıya erişmedi. Elbette yabancı dizileri yakından takip eden insanlar Angels in America veya The Lost Room gibi nispeten daha popüler olan kısa dizilerin farkında olsa da, gözden kaçırılan birçok kısa dizi de mevcut.


CNBC-e'nin bu dönemde yayınladığı 'The Prisoner' dizisi de (http://www.amctv.com/originals/the-prisoner/) bunlardan biri. Başrollerinde James Caviezel, Ian McKellen ve Ruth Wilson'ın bulunduğu dizide özgürlük, sanal gerçeklik ve ütopya kavramları üzerinde duruluyor.

Dizinin orijinal versiyonu AMC tarafından 1967'de yayınlanmıştı, 2009'da ise yine aynı şirket tarafından asıl senaryoya sadık kalınarak yeni bir kadroyla, 6 bölümlük (her bölüm 45 dakika) bir kısa dizi olarak yeniden çekildi.


İnternette diziyle ilgili çelişkili yorumlar var, ancak ben diziyi çok beğendim. Öncelikle dizi aynı anda hem sürükleyici hem de düşündürücü olmayı başarıyor; yani ne çok sıkıcı ne de çok yüzeysel. Dizinin görselleri ise hem teknoloji hem de sanat anlamında çok başarılı. Oyuncu kadrosu ise, yabancı dizilere aşina olan insanların hemen tanıyacağı birçok başarılı aktör ve aktris içeriyor.

Dizinin bir IMDB notu henüz yok (ben 10 üzerinden 8 verdim), ancak benim kanaatim dizinin birçok güzel dizi gibi 'underrated' olduğu (Carnivale, Pushing Daisies vs.). Yalnızca 6 bölümden oluşan, dolayısıyla da çok zamanınızı almayacak olan bu diziye umarım bir şans verirsiniz; pişman olmayacaksınız.


"You only think you're free."

19.03.2010

Dalya

13.02.2009 tarihinde yazdıklarıma bakıyorum da, aradan geçen 1 sene 1 ay 6 gün zarfında yazdıklarımın ötesine geçmeyi henüz başaramamışım.

Bu zaman zarfında elbette çok güzel şeyler yaşamama rağmen pek güzel olmayan şeyler de yaşadım. Sakın yanlış anlaşılmasın, kesinlikle ben yaşadım başka kimse yaşamadı demiyorum, tam tersine, ben aslında çok da sarsıcı olmayan yaşadıklarımı kendi kendime defalarca katlayarak büyüttüğüm için de sonuç biraz hüsran oldu. Yine de, ne olursa olsun... "pişman değilim ama, göçtüm kederden..."

Bu yaşadıklarımdan sonra eskisi kadar yazasım var mı ona da emin değilim. Ne o ilk zamanlardaki ilham, ne de istek var artık içimde. Dolayısıyla, yazarım yazmasına ama, çok da emin değilim... "bir daha bu yolları aynı hevesle yürür müyüm..."

Günlerdir aklımda melodisi ve sözleri dolanan, ve de yukarıdaki alıntıları yaptığım şarkının adı 'Kaçak'. Sezen Aksu da söylüyor (http://fizy.com/s/1agvy0) ama ben yine de Ebru Gündeş'in söylediği halini (http://fizy.com/s/1ahy2s) dinlemeyi tercih ediyorum.

Biliyorum... "tuhaf buluyorlar bu kaçak halimi..."

Ama hala inanıyorum... "hayat yeniler bizleri..."

Nice 100. yazılara...

14.03.2010

Ayı, Dayı, Keman Yayı

Erdil Yaşaroğlu ve Selçuk Erdem karikatürlerini çok seviyorum. Bu hafta da Facebook'ta gezerken Selçuk Erdem tarafından çizilmiş iki karikatüre denk geldim ve bunlar çok hoşuma gitti; ikisi de paranoyak sevgi kelebeği ruhumun keskin bir çizgisel izdüşümü olmuş (nasıl yani..?). Neyse lafı çok uzatmadan geçelim karikatürlere:



İşin enteresan ve trajikomik kısmı da, kendimi özdeştirdiğim canlının bir ayı olması. Ama ayılar da insan, öyle değil mi?

8.03.2010

and the 'Worst Cover Ever' goes to...

Bildiğiniz gibi daha önce başkaları tarafından söylenmiş şarkıların yeniden yorumlamasına 'cover' deniyor. Türkiye'de de her sene hatırı sayılır sayıda cover şarkı yapılıyor ve bunlar çoğunlukla da kliplendirilerek piyasaya sürülüyor.

Ben genelde şarkıyı ilk dinlediğim yani orijinal yorumcusundan dinleme taraftarıyımdır ama bu cover'ları sevmediğim ve desteklemediğim anlamına gelmiyor. Mesela bazı cover'lar aslından daha güzel olmasa da şarkıya yeni bir yorum getiriyor (Levent Yüksel - Sultan Süleyman, Hepsi - Üç Kalp). Bazıları ise kötü olmasa bile vasatı aşamıyor (Kargo - Sen Ağlama). Arada sırada birkaç tanesi ise, orijinalini sollayacak, hatta fark atacak kadar güzel olabiliyor (Şebnem Ferah - Ünzile).

Bugün sizlerle paylaşacağım şarkı ise daha önce Leman Sam tarafından güzel bir şekilde yorumlanan 'Anladım ki' şarkısı. Şarkıyı 'Aradım Seni' adlı parçayla çıkış yapan Gökçe seslendiriyor. Klibi aşağıda izleyebilirsiniz:




Genelde çok sert ve negatif yorumlar yapmaktan kaçınmaya çalışıyorum sanat konusunda, ayrıca Dünya Kadınlar Günü'nde bir kadın şarkıcıyı kötülemek istemezdim ama, elimden gelen fazla bir şey de yok. Doğruyu konuşalım, şarkının bu yorumu vasat veya kötü değil, alenen rezalet. Bence bu yorum, şarkının güfteci, besteci ve geçmiş yorumcularına yapılmış bir ayıp. Hatta ve hatta, tüm müzik dinleyicilerine bir hakaret. Kısacacı bu yorumu beğenmeyişimi anlatmaya yetecek çok kelime yok, en azından argo olmayanlar arasında.

Dün Oscar ödülleri verildi, bugün de ben Gökçe'ye bir ödül vermek istiyorum. Çok üzülerek ve içten içe ağlayarak, 'En Kötü Türkçe Cover' ödülünü, büyük bir hüzün içinde (çünkü bu ödül ilk sahibine gerçekten çok yakışıyordu) 'Duman - Herşeyi Yak'tan alıp Gökçe'ye veriyorum. Tebrik ediyor, zaten çok da matah olmayan başarılarının devamını diliyorum.

7.03.2010

Cenneti hatırlamak

"If one had but a single glance to give the world, one should gaze on Istanbul."

Belki de bu sözü söylemeseydi kendisinden haberdar olmayacaktık Alphonse de Lamartine'in. Kendisi 1790 - 1869 yılları arasında yaşamış bir Fransız yazar, şair ve politikacı. Önemli eserleri arasında bulunan 'Histoire de la Turquie' kitabını yazarken de 1850 yılında İstanbul'a uğramış ve şehir ile ilgili bu güzel sözü söylemiş. Acaba şimdi de görse yine aynı şeyi der miydi merak ediyorum.

“Sometimes only one person is missing and the whole world seems depopulated.”

Elbette tek söylediği güzel söz İstanbul üzerine değil şairin. Örneğin bu yukarıdaki sözü de anlam olarak çok güzel. 'Depopulated' kelimesini çok şiirsel bulmadım ama bunun orijinal dili olan Fransızca'dan çevrilmesiyle ilgili olduğunu düşünüyorum. Sözü beğendim çünkü gerçekten de bazı insanlar bu hissiyatı verecek kadar önemli hayatımızda. Ama en beğendiğim sözü ise şu:

“Limited in his nature, infinite in his desires, man is a fallen god who remembers the heavens.”

İnsanın hayatındaki bitmek bilmeyen anlam ve amaç arayışına, yani varlığımızın bir şekilde organlarımızın toplamından daha 'çok' olduğuna, 'diğerleri'ne göre daha özel, daha farklı olduğumuza dair kanıt aramakla geçen hayatımıza bakarsak, belki de gerçekten de daha üstündük bir zamanlar. Yoksa neden çoğumuz hayatlarımızı ulaşamayacağımız beklentiler koyup, bunlara ulaşamayıp hayal kırıklığına uğrayarak geçirelim?

Bu özlü söz olayına geri döndüm son günlerde, nerde ne görsem, okusam veya izlesem bir şeyler kapmaya, bir şekilde hatırlamaya çalışıyorum. Bir dahaki yazıda bunları paylaşmaya devam edeceğim.