29.05.2009

Karma

My Name is Earl izleyenler bilir, her bölümde çok çabuk etki eden bir Karma işleyişi vardır. Bugün de benim için biraz öyle oldu.

MBA’den bir arkadaşımla İTÜ’deki doktora programlarına başvurumuzu yapmak için üniversitenin Maslak kampüsüne gittik. Arkadaşım başvuruyu yapmak için işten izin almıştı, dolayısı ile işlemleri hızlı bir şekilde halletmeye çalıştık. Başvuru ücretini yatırmak için kampüs içindeki bankaya gittiğimizde gördük ki orada yüzlerce öğrenci vardı ve işkence gibi bir bekleme süresiyle karşı karşıyaydık. Bu yüzden okuldan çıkıp aynı bankanın Maslak’taki başka bir şubesine gittik ve işimizi hallettik. Okula dönmeden bir şeyler atıştırmak için oturduğumuz köftecide bir müşteri yemekleri geç geldiği için garsonları çok feci şekilde azarlıyordu, biz ise bizim de yemeklerimiz biraz gecikmesine rağmen gayet anlayışlı davrandık ve okula döndük. Ancak arkadaşım işlem için gereken belgelerden birini köftecide unutmuş olduğunu fark etti ve almak için geri döndü. Meğer garsonlar belgeleri masada görünce, orada bırakmak veya atmak yerine özenli bir şekilde saklamışlar. Belki de biz de diğer müşteri gibi onlara çemkirseydik, o belgeleri çöpten toplamamız gerekecekti.

Bankasal işlerimizi halledip okula geri döndüğümüzde öğrenci işlerinde inanılmaz bir sıra vardı. İşlemler için 380 ve 381 numaralı sıraları çektik, ancak o sırada daha 150’inci öğrencinin işlemi yapılmaktaydı. Dışarı çıktım ve bu durumu cep telefonunda biraz sıkıntıyla bir arkadaşıma anlattım (erken biterse bir konuda ona yardımcı olacaktım çünkü) ve çaresiz bir şekilde tekrar içeri girdim. Bu sırada bir genç yanıma geldi ve “Abi dışarıdaki konuşmana kulak misafiri oldum, bende fazladan bir tane var” diyerek 215 sıra numarasını bana verdi. Demek ki iyi insanlar hala var diye düşündüm ve numarayı arkadaşıma gösterdim. 215 sırası gelince işlemlerimizi yaptırmak için hazırlandık ancak her numara sırasıyla tek kişinin işlemi yapılabileceği söylendi. Ne kadar rica etsek de ikimizin de işlemini yaptıramadık, dolayısıyla ben de arkadaşımın bir an önce işe dönmesi gerektiği için 215 sırasını ona kullandırttım ve makus talihimle 380 numarasını beklemeye başladım.

Sonrasında ise arkadaşımın TOEFL’la ilgili bir problemi oldu ve içerideki başka görevlilerle görüşmeye gitti. Ben de arabasız bir şekilde İTÜ özerk ülkesinden nasıl dönülür diye düşünüyordum ki arkadaşım içerden gelerek beni çağırdı, meğer oradaki görevlilerden biri 215 sırasını kullanamama durumumu fark etmiş ve benim de o anda işlemimi yapmama izin verdi (o vakit diliminde işlemler 260 sırasındaydı). Ben de işlemlerimi yaptırdım ve yavaş yavaş okuldan çıkmaya hazırlandık. Bu sırada yeni gelen insanların sıra numaralarına baktığımda gördüm ki 600’lere kadar gidiyordu, ben de elimdeki 380 ve 381’leri bağışlamak istedim ve numaraları 500’ün üzerinde olan iki kişiye sıraları verdim. Yüzlerindeki rahatlama ifadesi görülmeye değerdi.

“İyilik yap, denize at” şeklinde davrandığımız zaman, sonuçları “iyilik yap, iyilik bul”a dönüşebiliyormuş gerçekten. O yüzden hepimiz cep telefonlarımızdan SMS bölümüne girip ‘DESTEK’ yazıp 5633’e gönderelim, ‘Engelleri Kaldıralım’ adlı TESYEV’in (Türkiye Engelliler Spor Eğitim ve Yardım Vakfı) yürüttüğü engelli vatandaşlara yardım programına katkıda bulunalım (5TL). Konuyla ne alakası var demeyin, iyilik yapın, gerisi gelir.

27.05.2009

Flash video rehberi

Bildiğiniz gibi YouTube veya bu tarz sitelerdeki videoları indirmek biraz meşakkatli bir iş. Bu işi yapan bazı programlar olsa da çok güvenilir değil kendileri ve de siteler kodlarını güncelledikçe bu programlara karşı koruma da eklenebiliyor. Bir diğer yöntem ise KeepVid tarzı siteleri kullanarak videonun linkinden görüntünün bilgisayara aktarılmasını sağlamak. Bu sitelerdeki problem ise bağlantının direk videoya ait olması gerekliliği, yani siz herhangi bir sayfada yer alan bir videoyu indirmek isterseniz bunu kullanamazsınız, çünkü verilen bağlantı videoya değil o sayfaya ait. Yani yalnızca YouTube tarzı video odaklı siteler kullanılabilir (çünkü bu sitelerde bağlantılar direk videolaradır).

Eğer sayfadaki video bağlantısı Windows Media Player aracılığı ile görüntüleniyorsa, o zaman o videoyu indirmek çok zor değil; videonun üzerine sağ tıklayıp ‘Properties’e girince orada ‘Location’ bölümünde videoyu indirebileceğiniz direkt link yazıyor. Bu linki de Internet Explorer’a koyarak, ya da Flashget tarzı bir dosya indirme programıyla rahatlıkla indirebilirsiniz.

Sayfadaki video bağlantısı Adobe Flash Player ile sağlanıyorsa, o zaman işler biraz karışabiliyor. Benim son zamanlarda keşfettiğim yöntem şu: videonun bulunduğu sayfayı açıp Internet Explorer seçeneklerinden ‘Page’i seçip daha sonra ‘View Source’u seçmek. Bu size sayfanın HTML dilinde detaylı şeklini gösterecektir. Bu sayfadan ‘FLV’ veya ‘SWF’ diye aratma yaparsanız, çoğu zaman yayınlanan videonun direkt linkine ulaşabilirsiniz. Bu videoyu da yukarıda anlattığım şekilde (Flashget vs.) bilgisayara indirebilirsiniz.

Elbette bu indirme sonucunda dosya .flv veya .swf formatıyla kaydolacaktır. Bu formatlardaki videoları Adobe Media Player veya Nero ShowTime ile izleyebileceğiniz gibi, daha yaygın formatlara da dönüştürmeyi seçebilirsiniz. Bunun için de internette birçok bedava yazılım mevcut (örn. Quick Media Converter).

Pek tabii ki bu indirme işlemlerini yapmadan önce videonun kullanım hakları konusunda bilgi sahibi olmak lazım; çünkü herhangi bir videoyu izin almadan veya kaynak göstermeden kullanmak hem etik olarak yanlış, hem de hukuki olarak yaptırımları olabilir. Dolayısı ile bu işlemleri bilinçli bir şekilde yapmak ve fikri mülk sahiplerinin haklarına saygı duymak en doğrusu olacaktır.

25.05.2009

Madalya

Beşiktaş – Kadıköy vapuruna binmeden önce dikkatimi çekmişti. Soluk kahverengi pantolonu, aynı renkteki biraz büyükçe ceketi ve lacivert t-shirt’üyle iskelenin önünde dolanıyordu. Ceketinin sağ üst kısmında madalyaya benzer, altın renginde bir cisim asılıydı. Hafif aksak adımlar ve kambur bir duruşla yürüyerek vapura bindi.

Vapur onun her zaman bindiği vapurlardan değildi, belediyenin yeni hizmete soktuğu daha büyük, daha ferah ve daha temizlerdendi. Dışarıdan giderek vapurun ucuna doğru ilerledi, vapur hareket etmeye başlayınca da kenardaki demirlerden birine tutundu ve denizi seyretmeye başladı.

Kısa bir süre sonra demirleri tutmayı bıraktı. Herkesin duyabileceği yükseklikte bir sesle Türk Sanat Müziği’nden bir şarkı söylemeye başladı. Söylerken ellerini ve kollarını bir orkestra şefi gibi sağa sola sallayarak kendi şarkısına eşlik etti. Duruşu da dikleşmişti, vapur yavaş yavaş denizin ortasına ilerlerken, ellerini iki yana açtı, dalgaların gürültüsüne, koskoca denize meydan okurcasına daha da bağırarak şarkı söylemeye başladı. Birçok insan ona garip bakışlarla bakıyordu, bazıları gülerek, bazıları acıyarak. Onun ise dünya umurunda değildi, boğazın eşsiz manzarasına karşı serenat yapıyordu, yüzünde genç bir mutluluk, gözlerinde huzur, göğsünde madalya, aklında eski günlerin ihtişamıyla.

Yolculuk bittiğinde aksak adımlarla vapurdan indi, Kadıköy iskelesinde dolanmaya başladı. Beli kamburlaştı, yüzündeki çizgiler biraz daha belirginleşti. Beşiktaş seferini beklemeye başladı…

23.05.2009

Eve Dönüş

Bir önceki yazıda bahsettiğim şarkı ve tarzını çok seviyorum. ‘Easy Listening’ yani kolay dinlenen, rahat olan ve rahatlatan şarkılardan bahsediyorum. Açıkçası kendi yaptığım şarkıların önemli bir kısmının da bu şekilde olmasına çabalıyorum. Ne tam yavaş ne tam hızlı, ne çok depresif ne gereksiz mutlu, aynı hayatın kendisi gibi kararsız ama dengeli şarkılar.

Bunun belki de en iyi örneklerinden biri Kanye West’e Coldplay grubunun solisti Chris Martin’in eşlik ettiği ‘Homecoming’ şarkısı. Yine bir eve dönüşü anlatan şarkı çok güzel, ve bunda şarkıdaki piyano eşliğinin ve Chris Martin’in vokalinin rolü çok büyük.

Kanye West - Homecoming


“Do you think about me now and then
Cause I’m coming home again
May be we could start again”

Şaşaa ve gösterişi etkileyici bulmama rağmen sadelik ve saflıktan daha da çok etkileniyorum. İnsani duygular gibi karışık olguları bu kadar güzel ve süssüz bir şekilde anlatabilmek önemli ve zor bir yetenek. Zorluğunun sebebi ise, o sadeliğin dengesini yakalamak; eğer ipin ucu kaçarsa sadelik basitliğe dönüşebiliyor çünkü.

Homecoming bu konuda doğru bir dengeyle hak ettiği başarıyı yakalayabildi. Bu tarz başarılı şarkıları buldukça da paylaşmaya devam edeceğim.

21.05.2009

Şanslı

Bir süredir şarkılardan bahsetmeyi unutmuştum blogda, bugün izlediğim yeni bir videoyla bu ulvi görevimi yeniden hatırlamış oldum.

Pek tabii benden beklenen şarkılar Türkçe olur ama bu sefer yabancı bir şarkı çok hoşuma gitti ve sizinle onu paylaşmak istedim. ‘Lucky’ adlı bu şarkıyı Jason Mraz ve Colbie Caillat söylüyor. Çok iddialı bir şarkı değil, çok fazla iniş çıkış veya eksantrik sürprizler de yok, gayet sade, rahat ve hoş bir şarkı (İngilizce'de easy listening olarak geçiyor bu tarz müzikler). Şarkının klibini aşağıdan izleyebilirsiniz:


Şarkının sözlerinin en hoşuma giden yerleri de:

"Lucky to have been where I have been
Lucky to be coming home again
...
Lucky to have stayed where we have stayed
Lucky to be coming home someday"

Gerçekten de bazen lüks dertlerimize o kadar yoğun bir şekilde kapılıyoruz ki, elimizdekilerin varlığının farkında olmayı ve onlara sahip olduğumuz için şanslı olduğumuzu unutuyoruz. Oysa ki şarkıda da söylendiği gibi, bulunduğumuz yerde olmak ve istediğimizde eve dönebilmek bile çok büyük bir şans. Sanırım biraz da bunların farkında olmak lazım...

19.05.2009

Destiny Found

Muhteşem bir 80 dakikalık sezon finalinden sonra Lost dizisi 2010 yılından itibaren 6. sezonuyla yeniden yayınlanmaya başlayacak. Kötü haber ise bu sezonla birlikte dizinin sona erecek olması.

Spoiler olmaması için 5. sezonun finaliyle ilgili herhangi bir bilgi vermeyeceğim, ancak bu finalle birlikte Jack’in neden dizinin başrolünde olduğunu, sezon boyuncaki enteresan davranışlarının sebebini, Kate’in Jack’i mi Sawyer’ı mı gerçekten sevdiğini ve John Locke’la ilgili olağanüstü gerçekleri öğreniyoruz.

Bu final bölümü sanırım Lost dizisi boyunca izlediğim en iyi, en sürükleyici ve en tatmin edici bölümlerden biriydi. Hala izlemeyenler varsa hemen izlemelerini öneriyorum.

Bir de elbette 6. Sezonda neler olacağı konusu var. Henüz bir şey söylemek için çok erken, ancak şimdiden ABC son sezonun ilk resmi fragmanını yayınladı. Onu da aşağıda izleyebilirsiniz.



‘Destiny Found’ son sezonun en önemli sözü olacak belli ki. Bu arada açılan göz kimin gözü derseniz… dizinin sonunda ne olacağını bilen tek oyuncuya, yani başrol oyuncusuna ait.

İki tane de önemli detay verelim. İlki, 6. sezon sonunda karşılaştığımız çok önemli karakterin duvarındaki şiltede yazan yazı; Yunanca olan yazının çevirisi: "May heaven grant you in all things your heart's desire." (Homer, The Odyssey).

Bir de kritik önem taşıyan “What lies in the shadow of the statue?” sorusu var. Bu soruya verilen Latince cevap "Ille qui nos omnes servabit" yani çevirirsek "He who will save/protect us all."

17.05.2009

Avro-Vizyon

Şunu kabul etmeliyiz ki onca önyargı, eleştiri, müdahale ve de bunların sayesinde oluşan moralsizlik ve demotivasyon sonucunda Hadise’nin Eurovision’da dördüncü olabilmesi büyük bir başarıdır. Ne yazık ki ülke olarak yapıcı eleştirinin ne olduğundan haberimiz bile yok; bizde eleştiri, aşağılamaktan başlayıp hakarete kadar giden ve tek amacı eleştirilen şahsı kötülemek olan bir olgu. Hadise için yapılan eleştiriler de ne yazık ki bu genel olgunun dışına çıkamadı ve dolayısı ile kendisi yarışmada minimum moral ve destekle şarkı söyledi. Hadise’nın kıyafeti, performansı, sesi veya yorumu beklenen güzelliğin altındaysa, bunun sorumlusu Hadise değil, ona destek olmak yerine köstek olmayı seçenlerdir. Puanlar verilirken Hadise’nin yüzündeki buruk ifade ve hak ettiği sevinci tam olarak yaşayamaması da bütün bunların üzücü bir sonucudur.

Neyse ki her şeye rağmen yarışmadan başarıyla ayrılarak bu seneyi kurtardık. Yarışmanın adı Eurovision, yani kaba bir çeviriyle Avrupa ‘Vizyon’u. Umarım bundan sonraki yıllarda katılan sanatçılarımıza yarışmanın adına dikkat edilerek davranılır; Almanya şovunda Dita von Teese’e yer verirken biz Hadise’nin tanıtım klibini çok açık olduğu için yasaklamakla uğraşıyorduk. Ayrıca hala katıldığımız şarkı İngilizce olmazsa başarılı olamayız gibi anlamsız bir önyargıya da sahibiz. Türkiye’nin Eurovision’daki en büyük başarısı Sertab Erener’in birinciliği olsa bile, benim gözümde ondan daha da önemli bir başarımız var, Şebnem Paker’in ‘Dinle’ adlı, tamamen Türkçe olan ve Türk ezgi ve sazlarını içeren şarkısıyla elde ettiğimiz üçüncülük. Unutanlar için: http://fizy.com/s/105etj

Değinilmesi gereken başka bir konu daha var. Bildiğiniz gibi ülkemizdeki bazı ‘büyük’ sanatçılar, Eurovision yarışmasını ‘küçük’ görüyorlar ve bu yüzden katılmayı reddediyorlar. Kendilerine sadece iki kelime söylemek istiyorum: Patricia Kaas. Tabiri caizse yaşayan bir efsane olan Kaas, Eurovision’a katılmış isimler arasında gelmiş geçmiş en ünlülerinden biri, ki bu ünü de sesi, yorumu ve duruşuyla sonuna kadar hak ediyor. Yarışmada ilk 10’a girebilmiş olması çok önemli değil, onu bu yarışmada canlı olarak izleyebilmiş olmak bile tüm müzik severler için bir ayrıcalıktı. Çok sade bir kıyafet ve dekorla sahneye çıktı, sade bir şarkı söyledi, şarkının sonunda ise dans edercesine zarif adımlarla selam verdi ve performansını noktaladı. Ama kendisi, o sadeliğiyle tüm izleyenlere adeta karizma dersi verdi; selam vermeden önceki görkemli adımları ve yalnızca asilzadelerde rastlanabilecek derecede ihtişamlı selamı ile izleyenleri tek kelimeyle büyüledi; karizmatik olmaya çalışan, ‘cool’ takılan herkese bu işin nasıl yapılması gerektiğini gösterdi (önce sade olarak tarif ettiğim hareketleri bir cümle sonrasında görkemli olarak nitelemem tezat değil, tam tersine, Kaas, sade hareketlerle o görkemli hisleri verebildiği için tapılası derecede etkileyiciydi).

Tahmin ediyorum ki bundan sonra Türkiye’de hiçbir sanatçı Patricia Kaas gibi bir dünya yıldızının da katılmış olduğu Eurovision’a burun kıvıramayacaktır. Zaten Kaas’a rağmen yarışmayı hala küçümseyebilen ‘sanatçı’lar varsa, kendilerine helal olsun diyor, sanat yaşamlarında başarılar diliyorum.

13.05.2009

Şampiyonluk provası

Bugünkü maçı seyrettikten sonra şunu rahatlıkla söyleyebiliriz, eğer Beşiktaş’lı futbolcular kalan lig maçlarında kupada gösterdikleri istek ve performansı gösterirlerse, şampiyon olmaları kaçınılmaz.

Kısaca teker teker geçersek, öncelikle Yusuf ilk alındığında büyük tepki gösteren bütün Beşiktaş taraftarları (ben dahil) kendisine bir özür borçluyuz, oynadığı her dakikanın hakkını veriyor kendisi. Ayrıca zamanında Tello ilk transfer edildiğinde kimsenin bilmediği Şili’li boşa transfer olarak görülürken şu anda görüyoruz ki kendisi Sergen’den sonra Beşiktaş’ta oynayan en yetenekli ve verimli sol ayaklı futbolcu. Bobo ve Holosko ise ara ara performans düşüklükleri yaşasalar da genel anlamda becerikli ve gole yakın oyuncular. Bir de yeni transfer Ernst var ki geldiği ilk günden beri enerjisi, çalışkanlığı ve özverisiyle şimdiden takımın vazgeçilmezlerinden biri oldu.

Bu saydığım isimler bugünkü kupa maçında çok iyi oynadılar ve sonuç olarak Beşiktaş 4 – 2 gibi farklı ve haklı bir galibiyete ulaştı. Bir Beşiktaş taraftarı olarak dilerim ki bu performans ligde de devam etsin ve şampiyon olalım. Ama daha da önemlisi, ligin sonunda sonuç ne olursa olsun, UEFA veya Şampiyonlar Ligi’ne gittiğimizde inşallah başarılı olalım ve hem ülke puanımız artsın hem de Galatasaray’dan sonra Avrupa’da büyük başarılara imza atabilen başka takımlarımız da olsun.

Fenerbahçe için de birkaç şey söylemek gerekir sanırım. Öncelikle umarım en kısa zamanda toparlanırlar ve yeni sezonda iddialı bir takım haline gelirler. Her ne kadar koyu bir anti-fenerli olsam da rekabete dahil olmadıktan sonra Fenerbahçe’yi sevmenin veya sevmemenin herhangi bir anlamı yok. Gazetelerden okuduğum kadarıyla Bilica ve Mehmet Topuz’la anlaşmışlar, ikisi de çok iyi futbolcular ama inşallah genelde futbolcu öğütücüsü olarak iş gören Fenerbahçe’de başarılı olurlar (bkz. Zafer Biryol, Tarık Daşgün, Kemal Aslan, Burak Yılmaz, İlhan Parlak…).

Sivasspor’u ise şimdiden tebrik ediyorum, şampiyon olurlar veya olmazlar çok önemli değil, genelde 3 olan bazı zamanlarda da Trabzonspor’un performansına göre 4’e çıkan büyük takım sayısının 5’e çıkabileceğini gösterdiler, en azından son 2 sene için. Ancak eğer lig sonunda şampiyonluk gelmezse ya da herhangi bir Avrupa kupasına katılamazlarsa, takımdaki faydalı isimlerin başka kulüplere dağılma ve sonuç olarak Sivasspor yeni sezona daha güçsüz girme ihtimali de artabilir, buna dikkat edilmeli.

12.05.2009

Back to Blog

Bilgisayarımdaki bir virüsten dolayı (rootkit) birkaç gündür internetle erişimim kesilmişti, ve de format atma süreci biraz uzun ve sancılı geçtiği için ancak şimdi normal haline döndürebildim bilgisayarı.

Aslında bilgisayar bozulmasaydı bu arada bir film incelemesi, bir gazete haberi yorumu, bir de bazı şarkılarla ilgili bir yazı yazacaktım ama olmadı, önümüzdeki zamanlara kısmetmiş demek ki.

Bir de bugün saçımdan ilk beyaz telimi kopardım, hayırlı olsun.

Hadise’ye hem sağlık hem de Eurovision’da başarılar dileyerek yazımızı noktalayalım.

9.05.2009

Mavi Hareketi

Bir önceki yazıda sizin de dikkatinizi çekmiştir, “Büyü” adlı şiirde mısraların ilk kelimeleri küçük harfle başlıyor ve şiirin bütününde olabildiğince az noktalama işareti kullanılmış. Bunun sebebi ise şiirin ‘Mavi Hareketi’ tarzında yazılmış olması.

Bu hareketin öncüsü Atilla İlhan’dı. Kendisi, Garip Hareketi ve İkinci Yeni Hareketi’ne karşı çıkarak böyle bir hareket başlatma gerekliliği duydu. Bunun sebebi ise İlhan’ın Türk şiirinin hem batılı hem de doğulu olma potansiyelinin Orhan Veli, Oktay Rifat ve Melih Cevdet gibi Garip ve İkinci Yeni şairleri tarafından yozlaştırıldığını düşünmesiydi.

Bu akımın en önemli örneklerinden biri de, İlhan’ın ‘Yağmur Kaçağı’ adlı şiiridir:

yağmur kaçağı

elimden tut yoksa düşeceğim
yoksa bir bir yıldızlar düşecek
eğer şairsem beni tanırsan
yağmurdan korktuğumu bilirsen
gözlerim aklına gelirse
elimden tut yoksa düşeceğim
yağmur beni götürecek yoksa beni

geceleri bir çarpıntı duyarsan
telâş telâş yağmurdan kaçıyorum
sarayburnu'ndan geçiyorum
akşamsa eylül’se ıslanmışsam
beni görsen belki anlayamazsın
içlenir gizli gizli ağlarsın
eğer ben yalnızsam yanılmışsam
elimden tut yoksa düşeceğim
yağmur beni götürecek yoksa beni

İlhan’ın ayrıca aynı adı taşıyan ve ‘Yağmur Kaçağı’ dışında 41 şiiri daha barındıran, 1955 yılında yayımlanan bir kitabı da bulunmakta.

5.05.2009

Büyü

Daha önceki yazılarımdan birinde sizlerle şair bir arkadaşımın bir şiirini paylaşmıştım. Yeni öğrendim ki paylaştığım bölüm şiirin bir kısmıymış. Şiirin tamamını kendisinden rica ettim ve sağ olsun o da gönderdi. Şimdi sizleri bu güzel eserle baş başa bırakıyorum:

büyü

ılık yaz bahçeleri
kapanan perde
ağlayan bir melek gözlerden ırak
devrilir akşamlar
ve büyür insan
anılar eşyalar
hayaller savurarak

içinde
büyüdükçe
yiten
bir
merak

ömrünün sesi olur
tek bir an
yıllar geçtikçe daha gür
beyninde uğuldayan

öyle ya
ölmekle eştir büyümek
büyümek terk etmektir yine de ben
her terk edişinde yeni bir yaşı
ardında küfre girmiş aynalar bırakan ben
düşünürüm ölmekten korkuşum neden

içinde
bir
merak
büyüdükçe
yiten

umarsızca büyüyüşlere inat
yalnızca
bir küçük şehir bıraktım bu kez ardımda
ve içinde bakiyesiz bir hayat


S. Y. (2000)

2.05.2009

MySpace & Müzik

Biraz kendi reklamımı yapmak gibi olacak ama, yine de buradan da hatırlatmak istedim.

Sağdaki bağlantılar bölümünde “Müzik Sayfası” adında bir bağlantı var, buna bastığınızda MySpace’deki sayfama yönlendirileceksiniz (veya bu yazının sonundaki direkt bağlantıyı da kullanabilirsiniz).

Bu sayfada şimdiye kadar düzenlenmiş olan 3 şarkımı bulabilirsiniz (Yalnızlık, Dön Git, Yağmur; kronolojik sırayla).

Şarkıların söz, müzik ve yorumu bana ait, düzenlemesi ise şan hocam Yusuf Bütünley’e. Vokal bölümlerinde ise birçok farklı ve değerli insanın katkıları var.

Müsait olursanız, zaman bulursanız, biraz müzik dinlemek isterseniz, uğrarsanız sevinirim:

http://www.myspace.com/ahmetaydemir