28.06.2009

Michael Jackson

Bir süredir buraya yazmayı unuttuğumu fark ettiğimde kalkıp da yazmaya üşenmiştim ama 26 Haziran’da olan bir olaydan sonra yazmam gerektiğini anladım. Bu olay aslında tüm dünyanın duyduğu, gördüğü ve üzüldüğü bir olay ama ben de bu konuda bir şeyler söylemek istiyorum.

1984 doğumlu biri olarak Türkiye ve dünya tarihinde bazı olayları görebildiğim için kendimi şanslı hissediyorum. 1999 – 2000 geçişi (yani milenyum), Türkiye’nin Dünya Kupası’nda üçüncü oluşu, Galatasaray’ın UEFA kupasını alması, Sezen Aksu şarkılarıyla büyüyebilmek, Metallica’yı canlı izlemek, Madonna’nın en başarılı müzik dönemlerini dinleyebilmek, Tom Cruise'ın en iyi zamanlarını görmek, Türk sanat müziğini Zeki Müren’den, Bülent Ersoy’dan, Ahmet Özhan’dan öğrenebilmek, Angelina Jolie'yi izlemek, Türk pop müziğinde Tarkan dönemini yaşamış olmak, Hakan Şükür’ü, Sergen'i, Zidane’ı, Hagi'yi futbol oynarken izlemek, Adriana Lima'ya podyumlarda ve Var mısın Yok musun'da hayran olmak, Amerika’nın ilk siyahi cumhurbaşkanını görmek bu şanslardan bazıları. Elbette burada bahsettiğim, olaylar anında fiziksel olarak orada bulunmak değil ama olayları, olduğu tarihi dönemin içinde, yani anlamlı olduğu zamanda görebilmiş olmak; bir nevi, kendi çapımda, tarihe tanıklık etmek de denebilir.

Bu olaylardan biri de elbette, Michael Jackson’u dinlemiş ve izlemiş olmak. EkşiSözlük’te Jackson’un ölümünden sonra yüzlerce giriş yapılmış. Bazı girişler kendisinin özel hayatındaki davranışlarına laf atmış, bazıları da ölümünün abartıldığını, aslında o kadar da büyük bir sanatçı olmadığını belirtmiş. Aslında ben çok büyük bir Michael Jackson hayranı değilim, yani çok sevdiğim şarkıları var ama müziğini en sevdiğim yabancı sanatçı değil kendisi. Özel hayatında da bazı davranışlarının mantıksız olduğunu ben de kabul ediyorum. Ama bu, gerçekleri görmemize engel olmamalı. Michael Jackson, dünya üzerinde, şu ana kadar yaşamış olan en başarılı müzisyen ve en ünlü insanlardan biri. Hatta belki de iki konuda da zirvede. Müzik anlamında yaptıkları saymakla bitmez, dünya çapında gelmiş geçmiş en çok satan albüm, sayısız ödül ve liste başı şarkı, ve de bunların ötesinde, tamamen kendi yarattığı bir dans stili (moonwalk). Ama Michael Jackson yalnızca müzikten de ibaret değil, başlı başına bir marka, felsefe, olgu ve hatta bir yaşam tarzı. İsmi cisminden büyük, bir yerde sonsuz bir varlık kendisi. Dolayısıyla sanatçılığıyla veya ünlülüğüyle ilgili negatif yorum ve yargıların çok geçerli olduğunu düşünmüyorum. Sevip sevmemek size kalmış ama kendisinin dünya tarihinin en büyük fenomenlerinden biri olduğu tartışılmaz bir gerçek.

Ben öldüğünü duyduğumda çok üzüldüm. Michael Jackson’un da bir ölümlü olduğu gerçeğini bile kabullenmek biraz zor geldi sanırım. Onun ölümü bir devrin kapanışının, bir zamanın bitişinin de simgesi aslında. Elvis Presley ve John Lennon’dan sonra son müzik kralı olarak kalmıştı ve artık onun da krallığı sona erdi. Efsanelerden de geriye yalnızca Madonna kaldı sanırım, ki kendisi Jackson’un ölümüyle ilgili “bu kötü haberi duyduğumdan beri ağlıyorum” demiş. Doğru da söylemiş, ben de bugün konser görüntülerini izlerken gözyaşlarımı tutamadım.

Yabancı müzikten ziyade Türkçe müziği sevdiğim bir gerçek ama Michael Jackson, bu tarz kategorizasyonları aşan bir müziğe, sanatçılığa ve üne sahipti. Ölümü birçok insan gibi beni de çok sarstı ve etkiledi. Hepimizin başı sağ olsun.

Dünyada bulamadığı huzur içinde yatsın…

17.06.2009

Uyuz oluyorum..!

Burada her seferinde şiir incelemesi, şarkı sunumu veya felsefi bir yazı yazmayacağım elbette, bugün de uyuz olduğum şeyleri yazayım dedim. Liste şu şekilde;

- Hava 30 derece olmasına ve bir de bol miktarda nem olmasına rağmen, herhangi bir ortamda açık olan camları “hastayım, üşütürüm, esiyor, cereyan yapıyor” diye kapatanlar:

Yahu kardeşim, zaten göz kırparken bile terleten bir hava var, ne diye saatte 1 milimetre hızla esen hızda bir rüzgar için (hatta rüzgar bile değil, esinti için) cam kapatılır? O cam açık olsa nasıl bir zararı olabilir? Sen psikolojik olarak hasta olmayasın diye biz hepimiz isilik mi olalım? Uyuz oluyorum.

- Yine aynı hava koşullarında, ortamda klima olduğunda “hastayım, üşütürüm, tam sırtımdan / boynumdan vuruyor” diyerek açıksa kapattıranlar, kapalıysa açtırmayanlar:

Güzel kardeşim, o alet varsa bir amaç için, ve işe yaradığı için var. Kimse sana dereceyi 16’ya getir hızı en sona çıkar ve donup öl demiyor ki! İnsan gibi ortalama bir hız ve sıcaklıkta aç, hepimiz rahatlayalım. Ama yok, klima şeytan icadı, hepimizi hasta eder… Uyuz oluyorum.

- Facebook’ta doğumgününü kutlayanlara statüsüne “Herkese teşekkürler! Thanks everyone!” vs tarzı şeyler yazanlar:

Gören de doğum gününüzü yüz binlerce insan kutladı sanacak. Yahu çok mu yorulursunuz iki dakika uğraşıp doğum gününüzü kutlayanlara cevap yazsanız? Sanki ünlü bir sanatçısınız da hayranlarınıza teşekkür ediyorsunuz. Ayrıca o İngilizce kısmı neden ekstra olarak var? Nedir yani yabancı arkadaşlarınız da mı var! Maşallah, nasıl da beynelmilel bir insansınız, hayran kaldım! Uyuz oluyorum.

Ve son olarak, beni en çok uyuz eden, en çok sinirlendiren, hatta “delirttiniz beni ey ehvenişerler” dememe sebep olan durum.

- En ufak bir statü / şöhret / otorite / güç / pozisyon sahibi insanın karşısında bile ezilip büzülen, yalakalık, şakşakçılık yapan, sahte iltifatlarla gözüne girmeye çalışanlar:

Elbette karşınızdaki insana saygı duyabilirsiniz. Ondan korka da bilirsiniz. Hatta tapabilirsiniz bile. Ama o insanın bir şekilde ‘büyük’ olması sizin ‘küçük’ olduğunuz anlamına gelmez ki! Nedir bütün bu gereksiz ezik laf ve davranışların sebebi? Hiç mi karakteriniz, kişiliğiniz yok sizin? Kendinize güveniniz bu kadar mı az? Bir duruşa sahip olmak bu kadar mı zor? Sonuçta karşınızdaki de bir insan, yani siz ne iseniz o da o. Ezilmeyin kardeşim! Uyuz oluyorum.

Baya bir şeye uyuz oluyormuşum, bunu gördüm. Ama olsun, “zehir dışarı akmadan yürek yıkanmıyor” gerçekten. Ben kustum, siz (inşallah) okudunuz, ben rahatladım, siz (inşallah) eğlendiniz. Teşekkür ediyorum.

14.06.2009

Fark var

Bugün senelerdir beğenerek dinlediğim, hatta sesine de yorumuna da neredeyse taptığım bir sanatçıyla tanışma fırsatı buldum. Aslında kendisiyle daha önce de tanışmıştım ama o zamanın üzerinden 17 ek kilo ve bir burun ameliyatı geçirdiğim için hatırlamadığına çok şaşırmadım. Ancak hatırlamadığını belirtirken “Günde senin gibi 50 kişiyle tanışıyorum, hatırlayamadım” dedi, açık sözlüymüş diye değerlendirip geçtim. Benim şu an şan dersi aldığım hocam, kendisinin MESAM’dan (Türkiye Musiki Eserleri Sahipleri Meslek Birliği) yakın bir arkadaşı, dolayısıyla ben de hocamın ismini vererek uzun bir süredir onla çalıştığımı belirttim. Daha sonra çok kısa olarak şu an yaptığım müzikten bahsettim ve kendisi şarkılarımı dinleyip yorum yapabilirse çok mutlu olacağımı belirttim. O da bana menajerinin bir telefon numarasını vereceğini, benim şarkılarımı menajerinin verdiği adrese postalayabileceğimi, onun da o şekilde alabileceğini söyledi. Ben de şarkılarım MySpace’de olduğu için direkt Facebook’tan göndereyim dedim, kendisi, onu herkesin arkadaş olarak eklemek istediğini ve arkadaşlık beklentileri olduğunu, dolayısıyla ekleyemeyeceğini söyledi (oysa ki benim herhangi bir beklentim yoktu, dahası arkadaş olarak eklemeden de mesaj olarak gönderebilirdim bağlantıyı). Kendi MySpace adresini verdi ve o sitede ekleyen herkesi kabul ettiğini, dolayısıyla oraya gönderebileceğimi belirtti.

Bu cuma günü ise, oyunculuk dersi için gittiğim Akademi 35Buçuk’ta, kursun kurucuları ve hocalarımızdan, yakın zamanda biten ‘Annem’ dizisinin başrol oyuncusu Vahide Gördüm’le düet yapıp şarkı söyleme şansını buldum (Facebook’tan izleyebilirsiniz). Kendisi de, eşi Altan Bey de daha ilk günden çok samimi davrandılar ve bizimle akranları gibi sohbet edip ilgi gösterdiler. Hatta Altan Bey’i ilk günden herkes Facebook’ta eklemişti. İkisi de çok mütevazi ve sıcak kanlı insanlar. Vahide Hanım’dan daha çok ders aldığımız için onu biraz daha yakından tanıyabildim ve sahip olduğu şöhrete rağmen hala bu kadar cana yakın ve samimi olabilmesi beni çok etkiledi; Ordu’ya film çekimine gitmeden önce hepimize cep telefonunu verdi ve istediğimiz zaman arayabileceğimizi belirtti.

Elbette arada fark var, sonuçta ben Vahide Hanım’ın öğrencisi olduğum için bana daha yakın davranmış olabilir ama yazının başında bahsettiğim (yeniden) tanışma sonrasında çok büyük bir hayal kırıklığına uğradım. Belki de benim beklentilerim çok yüksekti veya bu davranış gayet normaldi ve ben abarttım, bilemiyorum. Yine de ben biraz daha farklı, daha cana yakın bir tavır beklerdim.

Konuyla alakasız ama Mehmet Topuz’u alan Fenerbahçe’yi de tebrik etmek istiyorum. Umarım (ama hiç sanmıyorum) verdikleri 9 milyon avro + bir futbolcuya değer bu transfer.

8.06.2009

Keşf-i Şiir

Daha önce de bahsetmiştim, zamanında yazılmış ama şu ana kadar okumamış / dinlememiş olduğum güzel şarkı ve şiirleri keşfetmeyi çok seviyorum. Geçen yazıda bahsettiğim Behçet Necatigil’in internet sitesinde tüm şiirlerini okurken bir tanesini ilk kez gördüm ve çok beğendim. Sizinle de paylaşayım dedim:

Yıldızlar

Seni karanlıkta yatırıyorlar.
Korkuyorsun geceden:
Bakıp bakıp pencereden,
Yatağına sokuluyorsun.

Ben hep eski yerimdeyim, biliyorsun.
Hava açık olduğu zamanlar
Beni seyrediyor, seviniyorsun.

Ne olurdu, ben de,
Sana göründüğüm şekilde
Odana gelseydim.
Ateşböcekleri gibi,
Küçücük avucunda
Yanıp yanıp sönseydim.

Seneler geçip gider, büyürsün.
Bir gün olur, hepsi biter:
Endişeler, o çocuk üzüntün
Hepsi biter.
Aydınlanır senin için geceler,
Güneş gibi görünürsün.

Biraz sabır, küçük çocuk, biraz sabır.
Ama, Allah’ın koyduğu yerde,
Yıldızlar daima yalnızdır.


Karanlık yüzünden geceden korkmak, yıldızlar sayesinde geceden korkmamak, çocukça endişelerin geçmesi, gecenin içinde aydınlanmak ve karanlığın içinde yalnız kalmak. Güzel bir kurgu çizmiş şair ve her zamanki gibi çok fazla süslemeden anlatmış.

Böyle şeyleri keşfettikçe paylaşmaya devam edeceğim. Bir sonraki keşfe dek…

5.06.2009

Necatigil

Hülyalarıyla yaşardı,
Bir Behçet Necati vardı.
Gece yarılarında, sokakta
Kâğıda bir şeyler yazardı.
Şairliğinden yadigâr
Bu yel değirmenleri kaldı.


Bildiğiniz gibi en çok sevdiğim şairlerin başında Behçet Necatigil geliyor. Belki şiir yazma tarzını ve anlayışını kendime uygun bulduğum, belki yazdıklarında yaşantımdan izlere rastladığım, belki de en çok onun şiirlerini okuduğum içindir; bilemiyorum. Çok da önemli değil sebebi aslında, önemli olan eserlerinin güzelliğinin bir kişi tarafından daha fark edilmiş olması.

Kendisiyle ilgili bilgi edinmek istediğimde, ailesi tarafından hazırlanmış çok güzel bir siteye rastladım. http://www.necatigil.com/ adresinden ulaşabileceğiniz bu sitede, Necatigil’le ilgili yaşamından eserlerine birçok bilgiyi bulabilirsiniz. Üstelik bizzat ailesi tarafından hazırlanmış olduğu için bilgilerin güvenilirliği konusunda da bir şüpheye yer kalmıyor. Görebildiğim kadarıyla sitedeki tek eksik şairin çok az sayıda resminin bulunması.

Uzayacağa benzer
Tutuştuğumuz lâdes. İşi gücü bırakıp
Mezarlığa nâzır
Bir eve taşındım. Ölüm, sen beni aldatamazsın,
Aklımda!


Bir vaktiniz olduğunda ziyaret edin, bir iki şiir okuyun. Türk Edebiyatı’nın en önemli isimlerinden birini bir de ailesinin dilinden dinleyin.

*Şiirler sırasıyla “Önsöz” 1942, “Lades” 1942

3.06.2009

The Formula

İnsan eski resimlere bakarken bir garip oluyor bazen. Elbette bu garip duygunun açılımı da sizin şimdiki haliniz ve resimlerde gördüğünüz kişi arasındaki farktan kaynaklanıyor. Bazen “ne güzel günlerdi” deyip o zamana dönmek isterken, bazen de “şimdiki aklım olsaydı” diyerek o günlerde yapamadıklarımıza, yani 'keşke'lerimize takılıp kalıyoruz.

Pek tabii benim 6 – 7 sene öncesinin resimlerine bakarken fark ettiğim en bariz durum, şu anki cüssemden 17 kilo daha düşük olmam. Şimdilerde nasıl kilo verebilirim diye düşünürken, o zamanlar kocaman kafası olan bir çöp adammışım (gerçi kafam hala büyük ama vücut da kütle olarak şu an ona uyumlu). İşin aslı ise, o zamanki çöp adamlığım yalnızca fiziksel değilmiş; akademik olarak başarılı olsam da, sosyal olarak ne yazık ki bayağı eksikmişim. Tabiri caizse ‘ezik’ dönemlerimmiş ve o dönemki kendime güvensizliğimle birçok şeyi yanlış değilse de eksik yaşamışım.

Bu yüzdendir ki ‘Her şey Çok Güzel Olacak’ filminin şarkılarından biri olan ‘Bir Zamanlar Fırtınalar Estirirdim’ şarkısını çok severim; çünkü bu şarkıyı dinledikçe, tezat ve ironik bir şekilde, değil bir fırtına, o zamanlar hafif bir rüzgar bile olamayışım aklıma geliyor. Pek tabii ki şu güne kadar çok değiştim ve kendimle (ve kilolarımla) gayet barışığım. Ama bazı şeyleri de zamanında yaşamak, avanak asnak gezmemek lazımmış (“şimdiki aklım olsaydı” durumu).

O zamanlar bir de kafamda bir formül yaratmıştım; Ölümsüzlük = Gençlik + Özgürlük. Hatta daha karizmatik geldiği için formülü İngilizce yazmıştım; “I’m young and I’m free, thus I am immortal” şeklinde. Şimdi kulağa komik gelen bu durum o zaman gerçekmiş aslında, öğrenciyken ders dışında hiçbir sorumluluğumuz yoktu, hem de ‘teen’ denecek şekilde gençtik, cidden de bir anlamda ölümsüzmüşüz. Şu anda ise yaşıtlarımızla takıldığımızda en çok söylenen sözler gençliğin ve özgürlüğün elden gidişiyle ilgili oluyor (Örn. “Abi etraf çoluk çocuk dolmuş” -herhangi bir piyasa mekanı için- veya “İş güç nasıl gidiyor”. Ki bu ikinci sorunun cevabı da çoğunlukla nefret -en iyi ihtimalle idare etme- sözcükleri oluyor).

Sıradaki şarkı, gençliğinde fırtınalar estiren ve estirmeyen herkes için gelsin: http://fizy.com/s/115x1v

1.06.2009

O Gün

Bir aralar Natalie Imbruglia adında, şarkıları kadar güzel yüzü olan bir bayan şarkıcı vardı hatırlarsınız. ‘Torn’ adlı şarkısıyla üne kavuştuktan sonra başka birçok başarılı şarkı da söyledi aslında. Ama bu aralar ortalarda gözükmüyor, umarım yeni bir albüm üzerinde çalışıyordur da kendisini yeniden dinleyebiliriz.

‘Torn’ şarkısı kadar güzel olan bir başka şarkı da ‘Wrong Impression’. Hatırlarsanız onun klibinde şarkıcı bisikletle gezip etrafa gülücükler saçıyordu. Ama Sanatçının beni en çok etkileyen şarkısı ‘That Day’ oldu. Elbette bunda sözlerle klibin müthiş uyumu büyük rol oynuyor ama sadece şarkı olarak bakıldığında bile bence gayet başarılı bir eser. Klibi aşağıda izleyebilirsiniz.


Natalie Imbruglia - That Day
Yükleyen Alexander_Band - Music videos, artist interviews, concerts and more.

“And it's okay
And I'm small
And I'm divine
And it's beautiful
And it's coming
And it's already here
And it's absolutely perfect”

Hepimiz bazen çok üzgün oluyoruz, hayata karşı kendimizi küçük hissediyoruz, ve hatta hayattan korkuyoruz. Ama olsun, bunlar da hayatın bir parçası. Doğruyuz, ve yanlışız, ve bu çok güzel.