27.02.2009

Bitkisel hayat

İnsanın her şeye alışması o kadar da iyi birşey değil galiba. Bu haftayı düşünüyorum da, bugün de dahil 5 gün boyunca hiçbir arkadaşımla ne telefonda ne de MSN’de konuşmadım. Belki tek tük iş mailindae konuşmuşuzdur bir iki kişiyle ama o da zaten çok sınırlı bir şekilde. Yalnızca bir akşam kuzenlerime gittim, diğer akşamlar da evde oturup bilgisayar veya TV başında uyuklayarak vakit geçirdim.

Bundan birkaç hafta önce evde durmaya dayanamazken, şu anda artık buna itiraz bile etmiyorum. Benim gibi, insanlarla birlikte yaşayan, onlarla beslenen ve gelişen birini bile bu kadar monoton bir hale getirdi hayat. Zaten böyle bir düzene alıştıktan sonra sevip sevmemeniz de çok farketmiyor, zorunluluktan yaptığınız için duyguların çok da önemi kalmıyor.

İşin garibi bir yandan da kendimi beni aramayan insanlara kızmaktan da alıkoyamıyorum. Ve de bir şekilde benle konuşmadan, görüşmeden, dertleşmeden, eğlenmeden; yani kısaca bensiz de hayatlarına aynı şekilde devam edebilmeleri beni üzüyor. Bu durumda kendimi işlevsiz görüyorum, veya işlevini yitirmiş, yitirdiği için de terkedilmiş.

Tabii ki tezat bu düşünceler aslında, ben kimseyi aramadığıma göre (buna ihtiyaç duymadığımdan değil, bir şekilde zaman bulamadığımdan veya yorgun olduğumdan veya dar vakitlerde birşeyler söylemek çirkin geldiğinden) onların da beni aramaması normal gelmeli, sonuçta demek ki onlar da bir şekilde bu rutine alışıp devam ediyorlar hayatlarına. Ama bu kızgınlık ve kırgınlık hissini de bir türlü atamıyorum içimden. Demek ki hala alışmam ve kabul etmem gereken şeyler var.

Hayatı aslında çok seviyorum. Ama beni bu hale getirdiği için; insanlardan kopardığı, ve buna alıştırıp normal olan buymuş gibi hissettirdiği için nefret ediyorum. Herkesi de bu hale getirdiği için daha da nefret ediyorum. Ve bu durumun bir çıkışı veysa alternatifi olmadığı için de bir o kadar daha nefret ediyorum.

Ne çok nefret kelimesi kullanmışım bir önceki paragrafta... Oysa ki anlamını bile bilmezdim bugüne kadar...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder