Fanatik bir şekilde Amerikan dizileri izleyenlerdenim ben de. İşe başlamadan önce sabahlara kadar izlerken, artık çok daha sınırlı vakitlerde izleyebilsem de, yine de elimden geldiğince takip etmeye çalışıyorum, en azından çok sevdiğim dizileri.
Bir başka yazıda elbet hangi dizi güzel, hangisi değil, ve bunların nedenlerinden bahsederim, ama bu yazıda dizilerden yakalayabildiğim birkaç güzel söze değinmek istiyorum.
“In your quest to find yourself, you lost me”
Hepimiz kendimizi bulmak için bazı yolculuklara çıkıyoruz, doğru. Ancak bu süreçte fark edemediğimiz kadar egoist ve bencil olabiliyoruz. Zaten normalde dünyanın etrafımızda döndüğünü sanarken, bir de kendimiz adına böyle bir serüvene daldığımızda, evren bile hedefimizin yanında küçük ve anlamsız kalıyor. Aslında herkesin kendine ayırmak istediği zamana saygım sonsuz, ancak bana öyle geliyor ki çoğumuz, kendimizi bulmak için yalnız olmamız gerektiği illüzyonunda kayboluyoruz o yolculukta ilerledikçe. Önümüzü görmek için arkamızda bıraktıklarımızın önemini, geri dönmek için çok geç olduğunda anlıyoruz belki de. Daha önce de bahsetmiştim, insanın kendini keşfetmesi çevresindekilerle de ilgili bir şey; yanlış zaman ve mekanlarda öze dönüş yolculuğu genellikle çıkmaz sokaklara varabiliyor. Bir de şunu fark etmek lazım, elbette insan doğduğu kadar yalnız çoğu zaman, ama yolculuğun sonunda bulduğu kendisini, başkalarıyla paylaşmadığı sürece de, bulup bulmamasının çok bir anlamı yok. Çünkü bazen, bir kişi bile değil insan yalnızken. *
David: “We've been clutching so desperately to the past, and for what?”
Ruth: “Because that's when there was hope”
Geçmişin emanetlerine sıkı sıkı sarılıyoruz çoğu zaman; dışarıdan bakan birine hiçbir anlam ifade etmeyen şeyleri saklıyoruz anı olsun diye. İlk bakışta özlenen; küçük olmak, çocuk olmak, genç olmak. Elbette bunların ardında asıl özlenen, özgür olmak, mutlu olmak, ölümsüz olmak. Hepimiz ölümsüz olduğumuzu sanıyorduk eskiden; sonsuz hayallerimizi gerçekleştirmek için bitmek tükenmek bilmeyen bir ömür vardı önümüzde. Ancak zaman, biz büyüdükçe hızlanırcasına daha çok engel koymaya başladı yolumuza, ve onları aşmak için de daha dar vakitler. Zorlandıkça kir tuttuk, ıslandıkça paslandık, ve nihayetinde, tüm kırık ve çürüklerimizle birlikte yürümeye devam ettik. Hayata tutunmak ve gelecek için adımlar atmakta değil asıl sorun, onlar zaten bir şekilde zorunlu olanlar. Asıl kaybolan, bir zamanlar içimizde büyüttüğümüz, ve büyüdükçe de kırıklarımızdan akan, sonunda da avucumuza titreyerek sığınan umudumuz. İşte bu yüzden geçmişe sarılıyoruz, çünkü o zaman umut vardı.
Bir başka yazıda elbet hangi dizi güzel, hangisi değil, ve bunların nedenlerinden bahsederim, ama bu yazıda dizilerden yakalayabildiğim birkaç güzel söze değinmek istiyorum.
“In your quest to find yourself, you lost me”
Hepimiz kendimizi bulmak için bazı yolculuklara çıkıyoruz, doğru. Ancak bu süreçte fark edemediğimiz kadar egoist ve bencil olabiliyoruz. Zaten normalde dünyanın etrafımızda döndüğünü sanarken, bir de kendimiz adına böyle bir serüvene daldığımızda, evren bile hedefimizin yanında küçük ve anlamsız kalıyor. Aslında herkesin kendine ayırmak istediği zamana saygım sonsuz, ancak bana öyle geliyor ki çoğumuz, kendimizi bulmak için yalnız olmamız gerektiği illüzyonunda kayboluyoruz o yolculukta ilerledikçe. Önümüzü görmek için arkamızda bıraktıklarımızın önemini, geri dönmek için çok geç olduğunda anlıyoruz belki de. Daha önce de bahsetmiştim, insanın kendini keşfetmesi çevresindekilerle de ilgili bir şey; yanlış zaman ve mekanlarda öze dönüş yolculuğu genellikle çıkmaz sokaklara varabiliyor. Bir de şunu fark etmek lazım, elbette insan doğduğu kadar yalnız çoğu zaman, ama yolculuğun sonunda bulduğu kendisini, başkalarıyla paylaşmadığı sürece de, bulup bulmamasının çok bir anlamı yok. Çünkü bazen, bir kişi bile değil insan yalnızken. *
David: “We've been clutching so desperately to the past, and for what?”
Ruth: “Because that's when there was hope”
Geçmişin emanetlerine sıkı sıkı sarılıyoruz çoğu zaman; dışarıdan bakan birine hiçbir anlam ifade etmeyen şeyleri saklıyoruz anı olsun diye. İlk bakışta özlenen; küçük olmak, çocuk olmak, genç olmak. Elbette bunların ardında asıl özlenen, özgür olmak, mutlu olmak, ölümsüz olmak. Hepimiz ölümsüz olduğumuzu sanıyorduk eskiden; sonsuz hayallerimizi gerçekleştirmek için bitmek tükenmek bilmeyen bir ömür vardı önümüzde. Ancak zaman, biz büyüdükçe hızlanırcasına daha çok engel koymaya başladı yolumuza, ve onları aşmak için de daha dar vakitler. Zorlandıkça kir tuttuk, ıslandıkça paslandık, ve nihayetinde, tüm kırık ve çürüklerimizle birlikte yürümeye devam ettik. Hayata tutunmak ve gelecek için adımlar atmakta değil asıl sorun, onlar zaten bir şekilde zorunlu olanlar. Asıl kaybolan, bir zamanlar içimizde büyüttüğümüz, ve büyüdükçe de kırıklarımızdan akan, sonunda da avucumuza titreyerek sığınan umudumuz. İşte bu yüzden geçmişe sarılıyoruz, çünkü o zaman umut vardı.
* “Bir kişi bile değilim yalnızken” cümlesini yazan ekşisözlük yazarına saygılarla.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder