14.02.2009

Sevgililer Günü

Bugün dışarı çıktığımda gördüm ki herkes sevdiği birisine bir şeyler alma telaşında. Çok da anlamsız bulmuyorum aslında bu durumu, genelde sevdiklerimize (ailemiz, dostlarımız ve sevgilimiz) onları sevdiğimizi kelimelerle o kadar nadir ve az anlatıyoruz ki, bu tarz bir günün olması belki de bizim için çok iyi; söylemek istediği sevgileri olup da söyleyemeyenler için gerçekten özel bir gün çünkü.

Birçok koşul ve durumda sevdiğimiz insanların bizi sevdiğini varsayıyoruz. Aynı varsayımı bizim onlara olan sevgimiz için de yaptığımız için, çoğunlukla hissettiklerimizi dile getirme gereği duymuyoruz genellikle. Hatta toplumda öyle bir yapı ve anlayış var ki, sevgi sözcüklerini olduğundan daha da kutsal hale getiriyor, ve bir nevi tabulaştırarak kullanımını en aza indiriyor. Birçok insanı “ben seni seviyorum demem öyle herkese, anlamı kalmıyor o zaman” derken duyabilirsiniz. Elbette insan önüne gelene seni seviyorum desin gibi bir düşüncem yok, ama bu “sakla samanı gelir zamanı” anlayışı ile öyle hayatlar geçiyor ki bu kelimeleri kullanmanın nasıl bir his olduğunu bile unutuyoruz. Neden? Çok mu değerli kelimeler bunlar? Aslında değil, değerli olan bizim sevgimiz. Ve biz bunu söylemedikçe de bir şeyleri varsaymaya, varsaydıkça da hiçbir şeyden emin olamamaya mahkumuz.

Bu durumu daha net açıklamak için şu örneği vereyim; lise zamanında doğum günüm yaklaşırken Türkçe hocamız sınıftaki herkesten sırayla beni sevdiklerini söylemelerini ve sonra bunun nedeni açıklamalarını istemişti (sevgi bombardımanıydı bu aktivitenin adı). Elbette bir sınıftaki her insan beni sevemez, seven de aynı sevemez, dolayısıyla en başta bu tarz bir hareketin ne kadar doğal olabileceği hakkında şüphelerim vardı. Ancak süreç tamamlandıktan sonra belki de yüzümden saatlerce atamadığım bir gülümseme getirmişti o mutluluk, hem de gerçek bir mutluluktu bu. Açıklaması çok basit; kadın erkek, genç yaşlı herkesin bu sözcükleri duymaya ihtiyacı var. Ben de duyunca doğal olarak çok mutlu oldum.

Elbette bu yaş ve cinsiyet konusu da çok önemli. Büyüklerimize her zaman saygı duymamız öğretilir bize, duymalıyız da zaten, ama bu saygı asla onlarla aramıza mesafe koyacak kadar resmi olmamalıdır. Ben mesela dedeme bile siz demem sen derim, bunun saygısızlığımla bir alakası yok, kendimi yakın hissettiğim ve sevdiğim birine neden siz diyeyim ki? Hitabetten başlayıp selamlamalara ve hatta bayram kutlamalarına yansıyan bu mesafe, nesiller büyüdükçe sevgiye daha aç olmalarıyla sonuçlanıyor. Her yeni nesil “ben çocuğuma böyle davranmayacağım, devamlı sevgi göstereceğim” şeklinde kişisel temennilerde bulunsa da, armut dibinden çok da uzağa düşmüyor ve üç aşağı beş yukarı o neslin de anne babalığı bir öncekine benziyor. Bir de elbette cinsiyet konusu var; erkekler duygularını belli etmez saklar, duygular kadınlar içindir gibi bir önyargı var. En fazla ne olur; bir erkek diğerine kızdığında üzüntüsünü “olmadı kanka” diye belirtir ve uzatmaz. Ayrıca erkekler ağlamaz, canları acımaz ve kırılmazlar.

Bu anlayışın en abartı halini geçen kış apartman görevlisiyle konuşurken yaşadım. Çok soğuk olmasına rağmen kaloriferler yanmıyordu, ben de görevli geldiğinde neden yanmadığını sordum. Cevap olarak “Delikanlı adam üşümez” cümlesini duydum. Pes doğrusu dediğim an da oydu zaten. Neyse ki Çağan Irmak ve filmleri var da erkekler da artık özgürce ağlayabiliyor, en azından sinemalarda.

Çok uzatmak istemiyorum aslında ama konu çok önemli. Lise son sınıfta ben de bu konuda bir sunum yapmıştım aslında, sınıfta çok sevdiğim birçok arkadaşım vardı ve sunumda sevgiyi söylemenin ve göstermenin ne kadar önemli olduğunu vurguladıktan sonra hepsine “sizi çok seviyorum” demiştim. Hocamız ise tahmin ettiğimden daha çok etkilenmişti. Meğer o da annesiyle kavgalıymış zamanında, ve aralarındaki sorun çözülemeden annesi vefat etmiş. Tabii ki bu örnek her zaman geçerli olmayabilir, ama şunu unutmamak lazım, bugün yanımızda olan insanlar, aile, dost veya sevgili, yarın yanımızda olmayabilirler, olamayabilirler. Vakit geçmeden, doğru anı beklemeden, anlamını kaybetmesinden korkmadan hepsine sevdiğimizi söylememiz lazım. Çünkü güzel giden ve hep böyle gideceğini düşündüğümüz hayat ani dönüşlerle bizi savurup yere düşürebiliyor. Böyle durumlarda bizi yerden kaldıracak olanlar da yine sevdiklerimiz, dolayısıyla onlara değerlerini, bizim için ne ifade ettiklerini ve dünyanın aslında onlarsız ne kadar boş ve anlamsız olacağını elimizden geldiğince söylememiz lazım.

“Bu dünyaya sevmeye geldim, eşi dostu görmeye geldim…”

Gerçekten de öyle, en azından benim için. Sevdiklerimden daha önemli hiçbirşey yok bu hayatta ve inşallah da hiçbir zaman olmaz. Zaten onlar da olmasa, bu hayat yaşanmaz.

Sözlerimi, Behçet Necatigil’den bir şiirle bitireceğim bugün. Benim burada uzun uzun yazdıklarımı birkaç satırda harika bir şekilde özetlemiş kendisi.

Sevgilerde

Sevgileri yarınlara bıraktınız
Çekingen, tutuk, saygılı.
Bütün yakınlarınız
Sizi yanlış tanıdı.

Bitmeyen işler yüzünden
(Siz böyle olsun istemezdiniz)
Bir bakış bile yeterken anlatmaya herşeyi
Kalbinizi dolduran duygular
Kalbinizde kaldı

Siz geniş zamanlar umuyordunuz
Çirkindi dar vakitlerde bir sevgiyi söylemek.
Yılların telaşlarda bu kadar çabuk
Geçeceği aklınıza gelmezdi.

Gizli bahçenizde
Açan çiçekler vardı,
Gecelerde ve yalnız.
Vermeye az buldunuz
Yahut vakit olmadı
...

Hepinizin 'Sevgi'liler günü kutlu olsun…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder