16.02.2009

Boğaziçi'nde bir rüya

Bugün öğle yemeği arasında üniversitedeydim. Bir hocayla görüşmeye gittim bazı konular hakkında. Zaten daha üniversiteye girer girmez ortamı özlediğimi anladım; garip, hafif karlı havada açan güneşin altında boğaz manzarası gerçekten harikulade gözüküyordu. Hocayla görüşmenin bir kısmında da yüksek lisans zamanları konusu açıldı, ve ben şu anda bir yandan o anları düşünürken bir yandan da bu yazıyı yazıyorum.

Üniversitedeki 4 senem benim için çok da süper geçmedi açıkçası, ilk iki sene 13. tercihime girmenin vermiş olduğu üzüntü ve yatay / dikey geçiş hayalleri (kabusları daha doğrusu) arasında geçip gitti zaten. Son iki sene daha rahattı elbette ama, okulun modern binaları ve lüks sosyal ortamında ben çok da fazla kendimi bulamamıştım. Okulda ders bittiği an eve dönmekti her gün yaptığım yegane aktivite.

Oysa yüksek lisans bunun tam tersiydi. Garip bir şekilde, her biri en az bir diğeri kadar akıllı, ama bir yandan da birbirinden çok farklı insanların bir araya geldiği bir sınıftaydık. Okulun eski binaları, doğayla iç içe oluşu, müthiş boğaz manzarası ve oturup / yatıp keyif yapmalık geniş çimlerinin önemi her ne kadar azımsanamayacak derecede olsa da, asıl olay elbette ki insanlardaydı. Bu iki sene benim için (ve tahminimce sınıfın 95%’i için) o kadar güzel geçti ki, buraya ne kadar yazsam, ne kadar anlatmaya çalışsam boş gerçekten. Üniversitede ne zaman eve döneceğim diye düşünürken, yüksek lisansta her gün henüz eve dönmek için çok erken diye düşünmemin sebebi de buydu zaten.

İnsanın kendini bulması kesinlikle çevredekilerle de çok alakalı. Yanlış ortam ve zamanda insan, her ne kadar pozitif özellikleri olursa olsun, doğru yönlendirilmediği ya da beslenmediği için kendini bulamıyor. Kendini bulmak derken, bahsettiğim çok felsefi ve içsel durumlar değil; yalnızca olduğu ortamda bulunmaktan mutlu olmak ve hep bu şekilde devam etmesini istemek işlerin. Benim için de bu zaman 2006 – 2008 seneleriydi; bu iki senede kendimi hiç olmadığım kadar çok eleştirdim, yargıladım, gerektiğinde değiştirdim ve çoğunlukla da savundum, yani, nihayetinde, kendimi bulma yolunda önemli adımlar attım.

İlk bakışta aslında bu çok pozitif bir durum gibi gözüküyor, ancak bu iki seneyi yaşarken unuttuğum(uz) bir şey vardı, o da bu iki senenin bitecek olduğu ve o bitişin sonunda gerçek hayatın başlayacağıydı. Elbette yaşanan her hayat ve deneyim gerçek ama, öğrencilikten çalışan durumuna geçmek, bir nevi rüyadan gerçeğe dönmek gibi bir şey. Bu geçiş yaşanan rüyanın niteliğine de bağlı biraz. Rüya ne kadar güzelse, gerçeğe dönüş de o kadar zor oluyor. Benim için öyle oldu en azından; o kadar muhteşem geçen iki seneden sonra yaşayacağım şey, gireceğim yer, bulunacağım ortam ne olursa olsun daha kötü olmaya mahkumdu, öyle de oldu zaten.

Şimdi geriye dönüp baktığımda, iyi ki böyle güzel iki sene geçirmişim diyorum. O iki seneden kazandıklarım, akademik bilgi olarak yeterli olsa da, kişisel gelişim, dostluk ve geleceğe umutla bakma anlamında paha biçilmezdi.

En büyük derdimizin bir sonraki organizasyonun yer ve zamanını seçmek olduğu o günleri çok özlüyorum.

Kadehimi, hala görüştüğüm ve her zaman görüşmeye devam edeceğim, o güzel sınıfın güzel insanlarına kaldırıyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder